Türk hukukunda “psikolojik taciz” olarak yer bulan mobbing, kökenini Latince mob kelimesinden almakta olup İngilizcede “dağınık ve çoğu kez saldırgan bir insan topluluğu” anlamına gelmektedir. Eylem yönüyle mobbing; rahatsız etme, bezdirme, yıldırma, baskı kurma ya da psikolojik şiddet uygulama biçiminde karşımıza çıkar.

Kavramsal açıdan mobbing, sonuçları itibarıyla hukukun birden fazla alanına temas etmektedir. Özellikle iş hukuku ve iş sağlığı ve güvenliği hukuku bakımından ön planda olan bu olgu, kişinin temel haklarıyla yakın ilişkisi nedeniyle medeni hukuk ve ceza hukuku açısından da önem taşımaktadır. Bunun yanında mobbing, psikoloji, sosyoloji ve yönetim bilimleri gibi beşerî bilimler çerçevesinde de incelenmektedir. Kavramın çok disiplinli (multidisciplinary) yapısı nedeniyle literatürde farklı tanımlara rastlanmaktadır. Ancak bütün bu tanımların ortak noktası esas alınarak, mobbing şu şekilde özetlenebilir: İşyerinde, ast-üst ilişkisine bakılmaksızın, işveren veya diğer çalışanlar tarafından bir çalışana yönelik olarak kötü niyetli, küçük düşürücü, sistematik ve tekrarlanan biçimde gerçekleştirilen; mağdurun kişilik haklarına, sosyal ilişkilerine ve ruh sağlığına zarar veren her türlü davranış, psikolojik baskı, dışlama, tehdit ya da aşağılama eylemidir.

Mobbing yalnızca çalışma hayatında gerçekleşen davranışlar için kullanılan bir kavramdır. Dolayısıyla en temel unsuru, eylemlerin işyeri ortamında meydana gelmesidir. Uygulamada sıklıkla “zorbalık (bullying)”, “işyerinde çatışma”, “işyerinde şiddet” veya “kabalık” gibi kavramlarla karıştırılmaktadır.

Her haksız davranış veya kişilik hakkı ihlali, mobbing olarak nitelendirilemez. Bir davranışın mobbing sayılabilmesi için; kasıtlı, sistematik ve belirli bir süre devam eden bir nitelik taşıması gerekir. Mobbinge maruz kalan işçi, zamanla özgüvenini kaybeder, işine karşı isteğini yitirir ve üretkenliği düşer. Mobbingin en açık örnekleri arasında; işçinin hak ettiği halde terfi ettirilmemesi, gücünün çok üzerinde iş yükü verilmesi, alay edilmesi, sürekli haksız eleştirilmesi, yüksek sesle azarlanması, görev tanımına aykırı işler verilmesi, bilinçli olarak dışlanması veya söylediklerine itibar edilmemesi sayılabilir. Bu örnekler sınırlı olmamakla birlikte, mobbingin tipik görünüm biçimlerini somutlaştırmak amacıyla belirtilmiştir.

Türkiye’de mobbing kavramı 2011 yılında yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu (TBK) ile pozitif hukukta açıkça yer bulmuştur. Ancak yargı uygulamasında kavram ilk kez Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 30.05.2008 tarihli, E. 2007/9154, K. 2008/13307 sayılı kararıyla onanan Ankara 8. İş Mahkemesi’nin 20.12.2006 tarihli, E. 2006/19, K. 2006/625 sayılı kararında gündeme gelmiş ve mobbingin tanımı ile unsurları yargısal içtihada konu edilmiştir. Bugün gelinen noktada, mobbing hâlâ çalışan sağlığını tehdit eden önemli bir sorun olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Her ne kadar hukuki farkındalık artmış ve önleyici politikalar geliştirilmeye çalışılmış olsa da, istatistikler işyerinde mobbinge maruz kalma oranlarının her geçen yıl yükseldiğini göstermektedir. Türkiye de bu küresel artış eğiliminden bağımsız değildir ve çalışma yaşamında psikolojik taciz olgusu gün geçtikçe daha görünür hale gelmektedir.

 

 

Yargıtay’ın hangi durumlarda mobbing oluştuğuna ilişkin örnek kararlar aşağıda sunulmaktadır:

YHGK E. 2012/9-1925, K. 2013/1407, T. 25.9.2013 tarihli kararı;

“(…) Somut olayda, 56 yaşında evli bir kadın olan davacının, 14 yıl aralıksız olarak davalı bankanın İstanbul işyerinde avukat olarak çalışmasının ardından Adana ve farklı illerde kısa sürelerle 9 ay boyunca ve 30 kez yer değiştirmek suretiyle görevlendirildiği dosya içindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Davalı işveren yapılan görevlendirmenin olağan bir uygulama olduğu ve diğer benzer durumda çalışanlara da uygulandığı yönünde bir savunma getirmemiştir. Davacının risk tasfiye ekibi içinde tek avukat olarak görev yaptığı anlaşılmaktadır. Bankanın diğer avukatlarının aynı dönemde benzer şekilde görevlendirildikleri ileri sürülmüş ve kanıtlanmış da değildir. Davacının iş sözleşmesinin feshi öncesinde 9 aylık sürede gerçekleşen görevlendirmelerin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığı somut biçimde ortaya konulmamıştır. Dosyadaki delil durumuna göre davacı işçinin uzun süre İstanbul'da sabit bir görevde avukat olarak çalışmasının ardından Adana ilinde görevlendirildiği, ardından sürekli olarak değişik illerde kısa sürelerle çalışmasının istendiği, işverenin bu uygulamalarının davacıyı yıldırma, bezdirme amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.(…)”

Görüldüğü üzere Yargıtay bu kararında; uzun bir süre aynı farklı bir ilde sabit görevde çalışan bir işçinin 9 ay boyunca 30 farklı kez yer değiştirmek suretiyle görevlendirilmesinin işçiye karşı yönetim hakkının kötüye kullanılması bir başka deyişle bu yönetim hakkının sınırının aşılmasının mobbinge sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Kararın en önemli noktası kast unsurunun Yargıtay tarafından bezdirme olarak belirlenmesidir.

 

Yargıtay 22. HD., E. 2013/693 K. 2013/30811 T. 27.12.2013 tarihli kararı;

“(…) Davalı işyeri çalışanlarından Ş. Ç. Ü.’nün davacıya sinirli tavırlar gösterip elinde bulunan kâğıtları ve zarfı davacının masasına ve üzerine fırlattığı, bir süre sonra söz konusu belgeleri geri alıp sinirli tavırlar sergiledikten sonra tekrar masaya fırlattığı, davacının yere düşen belgeleri topladığı, davacının bireysel pazarlama yetkilisi olarak çalıştığı sırada cari hesaplar yetkilisi olan G. B. Ç.’in davacının yerine görevlendirildiği, davacının bu görev değişikliği nedeniyle mağdur olduğu düşüncesine kapıldığı ve hastalandığı, davacının bankacılık işlemleri konusunda kurallara uygun hareket etmek istediği, bu nedenle amirleri ile sorunlar yaşadığı, uyarı, itham ve kırıcı üsluplarla baskılara maruz kaldığı, banka müdürü tarafından sorun çıkaran, uyumsuz, sevilmeyen ve kavgacı biri olarak suçlandığı, süreç içinde davacıya yönelik bu ve benzeri olumsuz davranışların tekrarlandığı, bir başka personelin yapması gereken işlerin sık sık davacıya verildiği, banka müdürü tarafından cumartesi günleri mesai yaptırıldığı, işyerinde düzenli bir çalışma şeklinin olmadığı, davacıyla aynı pozisyonda olan diğer çalışanlara anahtar ve şifreler verildiği halde davacıya verilmediği, davacının stresli çalışma ortamında bulunmanın da etkisiyle sindirim sistemi rahatsızlığı çektiği, banka şubesinin yapılan iç denetimde düşük performans gösterdiğinin belirlendiği, davacının işyeri içindeki diğer çalışanlardan soyutlandığı, son dört ay içinde yirmişer günlük sağlık raporları aldığı, son bir yıl içinde peş peşe disiplin soruşturmaları geçirerek kendisinden savunmalar istendiği, şube içi elektronik posta ile yapılan yazışmalarda “densiz” denilmek suretiyle hakarete maruz kaldığı, yapılan yazışmalarda nezaket sınırlarının aşıldığı, davacının yaşamış olduğu olumsuzlukları işyerindeki amirine ilettiği halde sorunlara çözüm getirilmediği ve kendisinde kusur bulunduğu, yaşanılan olumsuzluklar sonunda anksiyete bozukluğu çektiği ve sağlık sorunlarıyla uğraştığı, bir yıllık maaş artışının yalnızca 1,96 olarak öngörüldüğü; davacının işyerinde yaşadıklarını “Olaylar” başlığı altında kaleme aldığı, söz konusu yazıda tutarlılık, samimiyet ve iddia edilen hususlarla bir bütünlük görüldüğü, bu hususların mobbing teşkil ettiği tüm dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.(…)

 

Görüldüğü üzere Yargıtay tarafından detaylı şekilde gerçekleştirilen incelemede, başka personelin yapması gereken bir işin davacı işçiye yaptırılması, işçinin diğer işçilerin yanında dışlandığı, davacı işçinin diğer işyeri çalışanlar tarafından soyutlandığı, işçiye karşı nezaket sınırının aşıldığına ilişkin eylem ve fiillerin bir bütünlük arz ettiği ve tüm bunlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemlerin mobbing teşkil edecek düzeyde olduğu belirtilmiştir.

 

 

 

 

 

Yukarı