15 Ekim 1978'de Paris'te ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi ile bütün hayvanların eşit doğdukları, eşit yaşama ve saygı görme hakkına sahip oldukları, bir hayvan türü olan insanın, öbür hayvanları yok edemeyeceği, onları sömüremeyeceği, bütün hayvanların insanca gözetilme, bakılma ve korunma haklarına sahip oldukları, zorunluluk olmaksızın bir hayvanın öldürülmesinin yaşama karşı suç olduğu kabul edilmiştir.
Bu kapsamda 4 Ekim günü "Dünya Hayvan Hakları Günü" olarak kabul edilmiştir. Her geçen yıl daha yaygın, daha ayrıntılı olarak anılan, kutlanan bu gün dolayısıyla gelişkin bir hayvan türü olan insan türünün doğaya yaptığı tahribat ve verdiği zararlar da tartışılan konular arasında yer almaktadır.
Herkes tarafından bilindiği üzere, toplumumuzda hayvanlara karşı genel bir hoşgörüsüzlük, sevgisizlik ve hatta saldırganlık giderek artmaktadır. Türk insanı denince hoşgörü akla gelirken, tarih içinde gerek kuşlar gerekse sokak hayvanları için suluklar ve yemlikler yapılırken, bugün insanımızın hayvanlara gösterdiği saldırgan ve duyarsız davranışların tek nedeni eğitimsizliktir.
"Hayvan" kavramının özünde "İnsandan pek de farkı olmayan canlı" olması gelmektedir. Ancak; ülkemizde hayvan kavramı konusunda farklı görüşler mevcuttur. Birçok insan hayvanları "canlı" olarak değil "mal" olarak görmektedir. Çoğunluk, "hayvan insan için gerekli ve işlevsel olduğu sürece var olmalı, yoksa var olmasına gerek yok" diye düşünmektedir. Bu yüzden yüzlerce hayvan, özellikle köpek, sadece yaz tatillerinde yazlıklarda bakıldıktan sonra tatil dönüşü sokaklara terk edilmektedir.
Unutulmamalıdır ki; hayvanlar kendilerine sevgi gösterildiği sürece saldırgan olmazlar, hayvanlar asla hayati bir tehlike sezmedikleri sürece insanlara kasıtlı zarar vermezler, hayvanlar ve insanlar küçük yaşta birbirlerine alışırlarsa dost olarak yaşarlar. Bu konunun bilinmesi özellikle gelecek nesillerin hayvan sevgisi aşılanarak büyütülmesi adına çok önemlidir.
Uzun yıllardır suçlular üzerinde yapılan birçok araştırma ve psikolojik deney, hayvan hakları konusunda verilen mücadelenin önemine işaret etmektedir. Şiddet suçları işleyen birçok mahkûm üzerinde yapılan araştırma ve deneylerde, bu kişilerin çocukluk veya gençlik dönemlerinde hayvanlara kötü muamele ettikleri görülmüştür. Tam da bu sebeple; bu haklı mücadelenin temelini, hayvan sevgisinden de önce toplum güvenliği üzerine oturtmak çok daha yerinde olacaktır. Hayvana kötü muamele eden insanın suç işleme ihtimalinin, diğerlerine oranla çok daha yüksek olduğu artık bilinen bir gerçektir.
Avrupa Birliği uyum çerçevesinde çıkarılan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Yasası, hayvanlara yapılacak fiili müdahaleyi suç kapsamına almamış, Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirmiştir. Savcılarımıza re’sen takip yetkisi verilmemiş ve hayvana kötü muamele şikayete bağlı suçlardan sayılmıştır. Üstelik yapılan suç kişinin adli sicil kaydına bile işlememekte ve para cezasıyla geçiştirilmektedir. Bu sebeple hayvanlara eziyet eden, ırzına geçen, öldüren birçok kişi tespit ve tescil edilememektedir. Dili olmayan, derdini anlatamayan, insanların zulmünde ezilen bu hayvanları korumak bir avuç hayvan severe kalmıştır.
Anılan yasaya göre; bir hayvana kötü muamele edenler maalesef Kabahatler Kanu’na göre para cezasıyla cezalandırılmaktadır. Ülkemizde hayvanlara yönelik gerçekleştirilen tecavüz, işkence, kötü muamele, sakat bırakma, dövüştürme ve dövme gibi eylemler suç sayılmakla birlikte, bu tip insanlık dışı muamelelerin failleri, mevcut yasa cezayı gerektirmediğinden, yasak yerde sigara içenlerle aynı cezaya tabi tutulmaktadır. Hayvana kötü muamele eden birinin Türk Ceza Kanunu kapsamında değerlendirilmesi ancak bahsi geçen hayvanın sahipli olması olasılığında mümkündür. Bu halde hayvan sahibinin şikâyeti üzerine, kötü muamele eden yargılanabilmekteyse de suç, şikayete bağlı olduğundan; bu kişinin davayı takip etmemesi yahut şikayetini geri alması gibi nedenlerle, açılan az sayıda dava da düşmektedir. Sahipli hayvana kötü muamele sebebiyle yapılan yargılamanın tamamlanması halinde çıkabilecek ceza en fazla 4 ay hapis olup, bu da para cezasına çevrilebilir niteliktedir. Zaten çoğunlukla bu tip suçların faili de bulunamadığı için bu kabahat, yapanın yanına kar kalmaktadır. Hatta hayvan ölürken bile devlet para kazanmaktadır. Bu yasanın cezai yaptırımları etkisiz kaldığından, hayvanlara yapılan eziyetlerin maalesef giderek arttığına tanık olunmaktadır.
Bunlara ek olarak; halen yürütülen Anayasa çalışmaları ve bu bağlamda süren tartışmalar içinde "Hayvan Hakları" da kendisine yer bulmuştur. Bu durum da bize hayvan haklarının tanınmasının, hayvanların haklarına saygı gösterilmesinin anayasa ile teminat altına alınmaya çalışıldığını göstermektedir. Bu çalışmalar memnuniyetle karşılanırken, 5199 sayılı yasada gerekli değişikliklerin bir an önce yapılmasının, anılan yasanın "kabahatler" kapsamından çıkarılıp, "ceza" kapsamına alınmasının, hayvanları koruma kuruluşlarının devlet katında temsil edilmelerinin, hayvanlar için de acil yardım merkezlerinin bir an önce kurulması yönünde de adımlar atılmasının mutlak gereklilik olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Sonuç olarak; hayvan haklarına yönelimin gerekliliği ne yazık ki devletimizin konuya duyarsızlığından ve insanlarımızın eğitimsizliğinden kaynaklanmıştır. Olması gereken; tüm canlıların hukuken haklarının olduğunu kabul etmektir. Hak, hukuk düzeni tarafından korunan menfaat demektir. Ne yazık ki bu sağlanamamıştır. Bu bağlamda, özellikle gelecek nesillerin hayvan sevgisi aşılanarak büyütülmesi açısından hayvan hakları, gerek insanlarımıza gerek hayvanlarımıza yararlı olacak, sürekli gelişen bir hukuk dalı olarak hayatımızda yer alacaktır. Tüm canlılar arasında yadsınamaz bir bağın olduğu ve bugün hayvanların başına gelen her şeyin, yarın insanlığın başına geleceği unutulmamalıdır.